Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü 2013 yılı mezunlarından Sinem Alan Türker ve Şerife Küpeli’yle hem sınıf arkadaşı olarak hem de mezuniyetten bugüne medyada farklı kurumlarda haber peşinde olan meslektaşlar olarak bir araya geldik.
İletişim Fakültelerinde bize ne öğretildi, biz bu öğrendiklerimizi alanda çalışırken ne kadar uygulayabildik? Ders kitaplarından, hocalarımızın notlarından, altı çizili önemli başlıklardan neleri haberlerimize taşıyabildik? Bu soruları tartıştık, tartışırken yeniden fakülte yıllarına dönüp baktık, biraz özlemle biraz buruklukla gazeteciliği konuştuk.
“Konya’da yaşamayın Konya’yı yaşayın”
Konya’da bölümde ilk girdiğimiz Temel Gazetecilik dersinde Prof. Dr. Ahmet Yalçın Kaya’nın “Burada Konya’da yaşamayın Konya’yı” yaşayın sözünü hatırlatan Sinem Alan Türker, esasında hocamızın ilk dersten bize bir kentten başlayarak habercilik gözüyle görebilmeyi anlattığını söyledi.
Sinem Alan Türker: “İletişim benim için önemliydi, iletişimci olmak, iletişim kurabilmek. Gazetecilikte benim için ayrı bir dünyaydı. Bambaşka bir yer gibi görünüyordu. Siyasete ilgim olduğu için, bunun en iyi yolunun gazetecilik olduğunu düşündüm. Ve isteyerek, severek gazeteciliği seçtim” diyor.
Önceliğinin Beden Eğitimi Öğretmenliği olduğunu söyleyen Şerife Küpeli ise gazeteciliği rehber öğretmeninin yönlendirmesiyle yazdığını fakat okulun, bölümün ona çok şey kattığını dile getirdi.
“Haberde yorum yapılmaz diye okuduk ‘YORUM KUTSALDIR’ dayatmasıyla çalıştık”
Fakültede haber tekniklerini haberciliği öğrenirken kullanılması gereken dilin yöntemin alanda çalışırken uygulanmadığını söyleyen Türker şunları anlattı.
“Ben aldığım eğitimi İzmir’de bir yerel gazetede işe başlayınca, habere gidince anladım. Birçok iletişim fakültesinden mezun ya da henüz mezun olmamış habercilerle çalıştım. Hepsine baktığımda benim haber yazma, bir olayı ya da olguyu haberleştirme konusunda daha da önemlisi haberi görebilme konusunda onlara göre çok daha yeterli olduğumu gözlemledim. Onların yazdığı haberleri görerek bunu anladım. Haber koklama, haber kaynakları nerede vardır, haber nerede, aldığımız eğitimle onlardan daha ilk günden sıyrıldım. Fakat çalıştığım kurumlarda sıkıntılarım da oldu. Bize okulda öğretilenler olması gereken doğru haber yöntemleriydi. Yazma tekniği, biçimi, habere katılmaması gereken yorumlar. Ama benim çalıştığım yerlerde yorum kutsal diyorlardı. Benim en büyük tartışmalarım bunlardan dolayı oldu, bizim öğrendiğimiz öğrenmekten öte olması gereken habere yorum katılmaması gerektiğidir. Fakat çalıştığım yerlerde “yorum kutsaldır” denildi. Abartılı kelimeler kullanamazsın haberde. Örneğin, ” tır biçti” diye başlık atamazsın, hayır biçemez o “tır kaza yaptı” olmalıdır en basit haliyle. Ama tamamen okunması için, atılan başlıklar. Göze çapması, dikkat çekmesi için abartılı metinler… İlk başta evet bende bunları kullandım o da benim üstlerim olduğu için, kullanmasam bile bir şekilde editöryal kısımda bu şekilde değiştirildiği için benim imzamla olan haberlerde de bu başlıklar ve cümleler kullanıldı. O başlıkları her gördüğümde vicdan azabı çektim çünkü 4 yıl boyunca biz orada boşuna dirsek çürütmedik. Biz özellikle son yılımızda sabahın köründen akşama kadar okulda haber yazmak, öğrenmek, öğrendiklerimizi uygulamak için emek verdik. Son yıl bırakmayı bile düşündük. O zorlukları ben bunun için mi yaptım sorgusuna çok girdim. Fakat çalışırken daha sonra kendi alanını yarattıktan sonra yani “Haber Müdürü” sıfatını alınca biraz daha sancısız geçti en azından benim için. Çalıştığım yerde o başlıkları tamamen kaldırdım ve benim dönemimde çalışan stajyerlere de aynı şeyi öğretmeye çalıştım.”
Gazetecilikte okullu ve alaylı olmak
Okulda eğitim alırken bir yandan da okulun kanalında çalışan Küpeli, daha okul yıllarında alanda çalışanlar arasındaki alaylı ve okullu ayrımını gördüğünü anlattı.
“Okulda eğitimin uygulamasını da alarak mezun olduk bir yerde. Öğrencilik yıllarımda Konya’da bir kanala muhabir olarak başladım ve orada gözlemlediğim habere gittiğimizde kameramanlar ilkokul, lise mezunu, kimisi mezun bile değil herhangi bir yerden. Biz onların gözünde okullu ama deneyimsizdik. Bize haberi öğretmeye çalışıyorlardı kendilerince ve alaylı bir alayla. Örneğin özel bir kanalın sahibinin oğlu, kızı, hemşehrisi olanlar bizim alanda bizden çok daha rahat yer bulabiliyorlar. Medya dediğimiz artık güç sahiplerinin meslek edindiği yerler haline geldi. Bizim bir değerimiz yok. Biz iş başvurularına gittiğimizde de bu değersizliği gördük. Bizim diplomalarımıza bakıp bize iş verecek kişiler çoğunlukla hatta tamamen alaylı insanlar oluyor. Örneğin Sinem’in İzmir’de çalıştığı gazetede alaylı olup çok iyi muhabir olanlar da vardı, esasında bu iş alaylıya okulluya bakmıyor. Ama patron beyaz eşya mağazası sahibi, kızı muhasebeci ve basın kartları var ve “Gazeteci” sıfatı taşıyorlar. Bizim sorunumuz bir muhabirin alaylı ya da okullu olması değil elbette, bu işi yapabilen insanların olması. Türkiye’de çoğu iletişim fakültelerinde yeterli eğitim verilemediği için, İngilizce eğitim veren bir okuldan mezun insanlar diplomasi alanında, hukuk mezunları yargıda iyi bir özel okuldan iktisat mezunu olan birisi ekonomi alanından birçok devlet üniversitesinden mezun iletişimcilerin önüne geçiyor. Burada iletişim fakültelerinin yeterliliğini de sorgulamak gerekiyor.”
Bir öğrenci emeği: İstasyon Gazetesi
Gazeteciliğin son yılında Uygulamalı Gazetecilik dersinde sınıftan bir grup öğrenciyle iki kez çıkardığımız İstasyon Gazetesi’ni hatırlatan Alan, İstasyon Gazetesi’nin bizler için not almaktan öte bir habercilik deneyimi olduğunu anlattı.
“İstasyon Gazetesi’nde sınıftan bir grup arkadaşımızla, gazetenin ödev sorumluluğunu unutarak gerçek bir tutkuyla çalıştık. Bir gazetede olması gereken politikadan kültür sanata, ekonomiden çevreye olması gereken tüm alanlar yer alıyordu. Ve her birimiz bu alanlardan birini seçerek elimizde fotoğraf makineleriyle sürekli haber peşinde koştuk. Konya’da biz haberci olduğumuzu hissettik bu çalışmayla. Esasında Konya’da önemli bir yerel habercilik yaptık. Şehirde neredeyse her mahallede kıyıda köşede kalmış tabelaların bile haberini yaptık. Konya’da bir cami minaresine kurulu baz istasyonunu biz haber yaparak duyurduk.”
İstasyon Gazetesi’nin Kültür Sanat sayfasını hazırlayan Küpeli ise o yıllar için şunları söyledi:
“Ben gazetenin müzik sayfasını almıştım, 17 kişilik ekip çalışmasında herkes bir alan belirlemişti kendine ve o alanlarda uzmanlaşmak istiyordu. Çoğumuz iş bulamayınca farklı işlere yöneldik ama bugün Posta Gazetesi’nde arkadaşımız Arzu Kurum ve birkaç arkadaşımız bugün hala okulda seçtiği alanda habercilik yapıyor. Ben de bugün müziğe yönelen biri olarak o dönemlerde yaptığım haberlerin keyfini unutmuyorum.”
“Araştırmacı gazetecilik okul sıralarında kaldı”
Fakülte’de seçmeli derslerimizde biri olan “Araştırmacı Gazetecilik” dersinde öğrendiğimiz ve çalışmaya başlayınca öğrendiklerimizi yalnızca böylesi dost sohbetlerinde anarak ötesine gidemediğimizi dile getiren Alan şunları anlattı.
“Okulda aldığımız Araştırmacı Gazetecilik dersinde heyecanla dinlediğimiz ve uygulamasında da çok inanarak seçtiğimiz konularla yaptığımız haberler maalesef okul sıralarında kaldı. Bugün bizim de içinde olduğumuz habercilik sistemi internet bilgilerinden ve uzmanlardan alınan kabaca bilgilere dayanan habercilik. Dosya konusu olan haberler de bile bir derinlik haberin fikri takibini görmek, yapmak çok mümkün olmuyor. Haber bültenlerindeki haberlere baktığımızda “kadın mı hesap öder erkek mi” başlığında canlandırma haberler görüyoruz. Dizilerdeki kurgulardan ayırt edilemez bültenler çıkıyor karşımıza. Birçoğu da konserve dediğimiz, haber olmayınca açılıp açılıp sunulan haberler. Haber için kaynak, belge lazım, bilgi almak ve bilgiyi doğrulayan farklı kaynaklar tezler araştırmak gerekiyor. Ben üniversitede kadın neyzenleri araştırmıştım, doktorlar kadın gırtlağının yapısını anlattığında ben ardından kütüphaneye gittim. Bu alanda yazılmış tez olup olmadığını ve birçok kaynağı tarayarak bir haberi iki ayda ortaya koydum. Arşiv’e girmek, dosyalara bakmak çok önemlidir. İnternet bilgi kirliliğiyle dolu bir mecra ve haber için bilgiyi internetten doğrulamak mümkün değildir. Biz okula başladığımızda üç buçuk ay boyunca sadece “Haber nedir?” sorusunu tartıştık. Buradan başlayarak hem teorik ardından yoğun bir şekilde pratiğe dayalı bir eğitimden geçtik. İkinci sınıftan sonra aldığımız derslerle alanımızı belirledik, fotoğraf mı istiyorsun yoksa tasarım mı, sunuculuk spikerlik dersleri ve haber yazma dersleri bizim için o dönemlerde bugün için bir seçimdi. Bu da Selçuk’un verdiği önemli bir sistemdi. Üçüncü yıla geldiğimizde haberciliğin zeminini oturttuk ve dörtte tamamen uygulamaya geçtik. Bu başka yerde bir staj görmeden sadece okulun verdikleriyle bile belli habercilik yeterliliğine ulaşmak için önemli bir yöntemdi.”
İletişim fakültesine gelecek öğrenciler için
Küpeli: “Gazeteciliği, araştırmayı, okumayı sevenler olmalı o sıralarda. Bir ideolojiden bahsetmiyorum ama belli bir politik bilinci ve entelektüel birikimi olan öğrenciler gelmeli iletişim fakültelerine.”
Alan: “Biz 2013’te mezun olduk aradan dört yıl geçti. Bizim zamanımızla bugün aynı değil elbette. Bugün koşullar daha zor, her yıl daha da zorlaşıyor. Bunu bilerek gelmeli, seçmeli öğrenciler. Haberi yapıp koyuyoruz sonra biz bile unutuyoruz yaptığımız haberi okuru bırak bugün yaptığı haberin fikri takibini yapıyor gazeteciler. Oysa gazeteci yaptığı haberin peşini bırakmayan, olayın ardını sürekli araştıran bir ruhla, tutkuyla yapmalı işini. İçinde bu ruhu, tutkuyu hissedenler okumalı bu bölümde.
Hocalarımıza özellikle de bir tanesine saygıyla
Röportajımızın başında Ahmet Hocamızı anarak onun sözleriyle başladığımız sohbetimizin sonunda Şerife Küpeli yine Ahmet Hocamızın “Ben size haber yazmayı bir ayda öğretirim ama önemli olan haberi kurallarına göre yazmak değil haberci gözüyle bakmak yaşama, Gazetecilik