Tarih 26 Aralık 2015 Hafıza Kaydı Ekibi ile Ankara’dan yola çıktık. Varacağımız yer 35 yıl önce 1980 yılının Mayıs-Temmuz ayları arasında katliamın yaşandığı, o günlerde açılan yaraların kabuk bağladığı Çorum.
Hafıza Kaydı’nın Çorum Katliamını ele aldığı "Kabuk" filminin gösterimi için yoldayız.
Hafıza Kaydı, takvim yapraklarına utanç olarak düşen toplumsal olayları yeniden gün yüzüne çıkarıp bir bellek oluşturma amacıyla çalışan ve en önemlisi tüm çalışmalarını barış diliyle, çözüme odaklanarak ortaya koyan bir ekipten oluşuyor. Ekibin davetiyle Çorum’a gidişim bir gazetecinin haber telaşından öte 35 yıl önce Büyükbabamların Çorum’un Alaca ilçesinde başlayan çatışmalardan kaçarak canını kurtaran Alevi ailelerinden biri olması. İlk kez gideceğim Çorum’da Kabuk filmini katliamın tanıklarıyla seyrederken ailem adına hissedeceklerimin tuhaf merakı.
Ailemde dokunamadığım yaralara dokunan Hafıza Kaydı Ekibi ile mola yerinde eskimiş acı çayları duyumlarken ekipten Kabuk filminin yönetmeni Orhun Bora Çetin anlatıyor:
“Bugün Hafıza Kaydı’nın böyle bir önemi var, geçmişte yaşananlardan bugüne bakmak, bugünü aydınlatmak. Şu anda Kürt illerinde yaşananlara ve geçmişteki katliamlara bakıldığında biz aslında dün olduğu gibi bugün olanların da hesabının sorulmayacağını biliyoruz. Ve bu sorulmayan hesapları sorguluyoruz. Çorum 1980 Katliamını anlatan Kabuk belgeseli de Çorum olayları üzerinde çalıştığımız dosyanın bir parçası.”
Hafıza Kaydı’nın Çorum olayları dışında ele aldığı olayları, dosyaları ve Hafıza Kaydı’nı soruyorum, ekibin gönüllülerinden gazeteci Sibel Yükler anlatıyor:
“Hafıza Kaydı esas olarak Gezi Direnişi’nden sonra forumlarda toplanan insanların oluşturduğu bir enerjiyle ortaya çıktı. Toplumsal bellek ve yüzleşme üzerine neler yapabiliriz diyerek yola çıktı, zaten Gezi Forumları’nda da hep bunlar üzerine konuşulmuştu. Yaklaşık bir buçuk yıl boyunca birçok toplantının ardından nihayet 4 Ocak 2015 günü tek takvim yaprağı ve üç olay incelemesiyle yayına girdi Hafıza Kaydı. 4 Ocak’tı takvim yaprağımız ve bu yaprağın içinde Ümraniye Cezaevi Olayları, Büyük Madenci Yürüyüşü ve Ruhi Kılıçkıran’ın öldürülmesi vardı. Daha sonra 2 Şubat’ta Konya Zümrüt Apartmanı, 31 Mart’ta Barış Gelini Pippa Bacca’nın öldürülmesini işledik. Ve Büyük Ankara Yangını’nı dosya konularımıza ekledik. Bu olayda da sürgün politikasının bir parçası olarak yangınlar konusunu inceledik. Bugün Çorum’da gösterimi olacak Çorum belgeselinin önemi de, yaptığımız çalışmaların toplumsal bellek, yüzleşme, geçmişle hesaplaşma için hesabı sorulmayan bu olaylara bir ses getirmektir. ”
Çorum 29 Mayıs - 4 Temmuz 1980 Çorum Olayları, 12 Eylül öncesinin siyasi ikliminde, 29 Mayıs ve 4 Temmuz 1980 tarihleri arasında iki dalga şeklinde yaşandı. 27 Mayıs’ta MHP Genel Başkan Yardımcısı Gün Sazak’ın öldürülmesi ardından başlayan gerginlikler 31 Mayıs’a kadar sürdü. Haziran ayı boyunca ara ara devam eden saldırılar, 3 Temmuz günü “Aleviler cami bombaladı” senaryosuyla tekrar alevlendi. Çorum Olayları 57 kişinin canına mal oldu. Yüzlerce kişi yaralandı. Alevi mahallelerindeki direniş daha fazla insanın hayatını kaybetmesine engel oldu. Çorum’da aynı mahallelerde oturan Alevi ve Sünniler, kendi mezheplerinden insanların yaşadığı mahallelere taşınıp; evlerini, iş yerlerini haraç mezat satmak zorunda kaldılar. Bugün Alevi ve Sünnilerin oturduğu yerler arasındaki bölgesel ayrışma devam ediyor. Adeta iki Çorum var. Çorum Olayları hakkında ayrıntılı bilgi için tıklayın. |
Sungurlu mola yerinden Çorum yoluna hareket ettiğimizde, bugün Kürdistan’da hendek başlarında direnen ve katledilen halkların haberlerde yer alan karelerine, atılan başlıklara bakıyorum ve Hafıza Kaydı’nın daha çok uzun yollara çıkacağını düşünüyorum. Bu ülkenin utancı eksilmeden her geçen takvim yapraklarına büyüyerek ekleniyor, bunları gün yüzüne çıkarmak, toplumsal bir bellek oluşturmak giderek daha da önem kazanıyor.
Çorum’a indiğimizde ılık bir güneş ve sessiz bir kent karşılıyor bizi. Ekipten Pırıl çığlık atıyor: “Küçük şehir kokuyor, başka bu küçük şehirlerin kokusu…”
Sessiz sedasız Çorum Olayları’nın başladığı Gazi Caddesinden gösterimin olacağı Belediye’nin konferans salonuna doğru yürüyoruz. Çekimler için daha önce Çorum’a gelen Hafıza Kaydı ekibi artık bu kenti tanıyor. Ekipten Berivan bir yandan kenti tanıtırken bana diğer yandan olayların başladığı sokaklardan ve hala ayrılığın sürdüğü Alevi, Sünni Mahallelerinden bahsediyor.
Çorum 1980 Katliamı Belgeseli Kabuk filminin gösterimine saatler kala Hafıza Kaydı gönüllüsü Berivan Elis anlatıyor:
“Bu belgesel yaranın kendisinin belgeseli değil, isminin ‘Kabuk’ olmasının bir anlamı var. O da tüm bunları burada yaşayıp, barikatlarda bulunup, hapse girip ya da ailesinden birilerini kaybeden, çocukken bu olaylara şahit olanların hala o kabuk bağlamış yarayla Çorum’da yaşamaya devam etmesidir. Çorum, Maraş’tan hemen sonra ve 1980 darbesinden hemen önce patlayan olayların olduğu bir yer. O kadar arada kalmış ki burası, Alevi Katliamları’ndan bahsederken arada bir virgülle geçiliyor Çorum’a. Herkes bilir, ‘evet burada kötü bir şeyler oldu, birileri öldü’ ama gerçekte ne oldu ne bitti kimse çok da bilmez. Çok tekrar eden olay yapıları insanları bir süre sonra anlamsızlığa, bulanıklığa itiyor. İşte bu bulanıklığı netleştirmek istedik bu belgeselle ve çalıştığımız Çorum Olayları dosyasıyla.”
Berivan ile sohbetimiz sürerken, konferans salonu yavaş yavaş doluyor. Kapıda tüm içtenliği ile belgesel emekçilerinden Elif Nartok karşılıyor gelenleri. Çorumlu olan Elif, tanıklara ulaşılması ve onlarla iletişim kurulmasından belgeselin her sürecine büyük emeği geçenlerden. Kapıda karşıladıkları onun hemşehrileri, dostları ve belli ki onu çok seven insanlar.
Ve Kabuk filmi başlıyor. Salonda sadece Çorum Katliamı’na tanık olanlar değil, 10 Ekim Ankara Katliamı’ndan sağ kurtulan, yaralanan Çorumlular da var. Belgeseli seyre dalarken kabuk yeniden kanamasa da salonda olan herkesin kabuk bağlayan yaralarını sızlatıyor hafiften. Ben de dedemin, babamın anlattığı olayları anımsıyorum bir kez daha, o olayların içinden gelmiş insanların anlatımıyla.
Film sonrası söyleşide, filmden izlenimler ve kabuğun sızısı konuşuluyor. Çorumlu seyircilerin bir yandan Hafıza Kaydı’nın kendileri için büyük önemi olan Kabuk filmine dair yorumları, soruları art arda gelirken bir yanda da anekdotlar aktarılıyor. Söyleşinin sonlarına doğru Çorumlu bir Amca yerinden kalkıp: “Çorum Olayları çok acı ama şimdi Çorum Olaylarını fersah fersah geçen bir olay yaşanıyor ülkemizde. Güneydoğu’da savaş var, kadınlar, çoluk çocuk ölüyor. Şimdi ona ‘terör’ diyerek geçiliyor… Bize öğretmenimiz ‘Sarıkamış Destanı’ diye öğretti, biz de siz gençlere ‘Sarıkamış Destanı’ diye öğrettik ve sonra öğrendik, şimdi diyorum ki: Sarıkamış destan değil katliammış. Bugün hala orada bu katliam sürerken bizim umudumuz sivil toplum kuruluşlarını harekete geçirecek siz gençlersiniz” sözleriyle tüm salonun alkışını alırken benim gözlerimi dolduruyor.
Belgeselde yer alan tanıklardan Muharrem Özünel filme dair şunları söylüyor: “Belgeselde de sözünü ettiğim gibi, Maraş’ı çözmedik Çorum’u yaşadık. Çorum’da yaşananlar ortaya çıkmadı Roboskiyi yaşadık… Bugün de Sur’da, Silvan’da, Nusaybin’de devam ediyor. Yarın da oralar için katliamın gerçek sorumluların kim olduğunu tartışacağız. Bu belgeselin daha fazla geç kalmadan insanları düşünmeye sevk edecek bir yanı olduğunu düşünüyorum. Burada sorun Alevi, Sünni mahallelerinin bölünmüş olması değil, bugün biz burada hala iç içe oturuyoruz. Bizim esasen bir sorunumuz yok ama dün bizi ayıran, birbirimize düşüren devlet bugün aynı yöntemleri orada sürdürüyor. O günlerde sorguda bize ‘terörist’ diyen devlet bugün Kürt gençlerini ‘terörist’ ilan ediyor.”
Salon boşalırken, kalabalıkta göz göze geldiğim bir seyirciye soruyorum: “Nasıl buldunuz filmi, ne hissettiniz?”
Derken yaş boşalıyor gözlerinden, Ankara Katliamı’ndan sağ kurtulan Seher Bolat, katliamda arkadaşını yitirdiğini söylüyor. Katliamda arkadaşı Emine Ercan’ı kaybeden Seher: “Sabah uyandığımda kendimi iyi hissedemiyorum, bombalar patlıyor her yerde hala sanki, iyi değilim ama buradayım. Burada birlikte olmaya da devam edeceğiz” derken ellerimi tutuyor. Sımsıkı sarılıyoruz Seherle birbirimize.
Konferans salonundan çıkıp ekiple birlikte Çorum’un eski konaklarından birine gidiyoruz. Geniş bir avluya açılıyor konağın kapısı ve Çorum’un ünlü yemeklerinin kokusu yükseliyor, ilk kez geldiğim bu yer bana çok tanıdık. Babaannemin mutfağı kokuyor konak. Yemekte gösterimi ve söyleşiyi konuşuyoruz. Bize Çorum’da rehberlik eden Ömer, Çorum Olaylarına dair Çorum’da duyduklarını, anlatılanları, geriye kalanları anlatıyor:
“Ben bir Sünni ailesinin çocuğu olarak bu olayları hiç Alevilerden dinlememiştim. Bugün de Alevi arkadaşlarla oturduğumuzda onlar o dönemlere dair konuları açmıyor. Bizim köyümüzde o dönemlerde olayların başında olan insanlar da varmış. Babam edebiyat öğretmeni ve çok merhametli bir insan. Babama sorduğumda köylülerin kandırıldığını ve buna kimsenin engel olamadığını ve parayla tutulan insanlar olduğunu anlatıyor.”
Belgeselde de gördüğümüz ve o dönemin fotoğraflarından bildiğimiz sokaklarda ‘Allah için savaş’ yazılarını hatırlatıyorum. Ömer: “O dönem bu olayların içinde olan, saldırdığını, yakıp yıktığını anlatan insanların bugün bile Allah ile kitap ile işi olmayan insanlar. Camiden yolu geçen insanlar değil kendi tanıdıklarımdan biliyorum. Bir tanesi İstanbul’da petrol kaçakçısı ve o dönem buradaki olayların en başında olan insan. Herkes anlatıyor, o dönem camilerin önünde bağıran insanları galeyana getiren insanları daha önce ya da sonra Çorum’da kimse görmediğini söyler hep.”
Ömer’e dün birbirinden kanla ayrılan Alevi ve Sünni ailelerin bugün birlikte burada nasıl yaşadıklarını soruyorum. Alevi arkadaşlarıyla muhabbetleri, dostlukları olsa da hala birbirlerinin evine gelip gidemediklerini söylüyor Ömer.
Çorum Katliamı 1980’i anlatan Kabuk belgeselinin yaratıcısı Hafıza Kaydı Ekibi ile yeniden Ankara yoluna düşerken 35 yıl önce birbirine düşman edilen halk ve ortadan kanla ayrılan Çorum’a hafızamızda bir yer daha açıyoruz. Büyükbabamın, babaannemin çocuklarını ve alabildikleri eşyaları alıp kaçtıkları, bir daha arkalarına bakmadıkları şehir Çorum. Bugün Çorum’da her şey durulmuş olsa da, belki birbirinin yüzüne bakamayan hala birbirlerinin evine konuk olamayan Alevi ve Sünni aileler ve evinden, yurdundan ölüm korkusuyla kaçan Babaannelerin, geriye dönüp baktıklarında, baktığı her yere yabancı olan torunları kaldı geriye. Peki yarın Kürdistan’da sular durulduğunda geriye ne kalacak? Kim bilir…