Milliyet Gazetesi Ankara Haber Müdürü Gökçer Tahincioğlu ve Vatan Gazetesi Yargı Muhabiri Kemal Göktaş’ın ortak çalışması olan “Bu Öğrencilere Bu İşi mi Öğrettiler?” raflarda yerini aldı.
İletişim Yayınları’ndan yeni çıkan kitap öğrenci muhalefetlerine karşı baskı ve tutumları tarihsel bir süreç içerisinde ele alıyor. Öğrencileri hedef alan sistemin düşüncesi… Öğrencilerin sisteme karşı çıkışlarındaki düşünceleri…
Yıllardır yargı muhabirliği yapan iki gazetecinin birlikte derledikleri dava dosyalarını ve hikayeleri içeren kitap üzerine yazarlarıyla konuştuk.
GT: Kitap bizim yıllardır haberlerini yaptığımız insanların hikayelerinden oluşuyor. Yargı alanında, özellikle de bu operasyonlarla ilgili alanlarda çalışıyorsanız, işkence davalarında, yargısız infazlarda, faili meçhullerde, bütün bir muhalefete ilişkin dava ve soruşturmalarda öğrenciler karşınıza en çok çıkan kesim oluyor.
2007 sonrasında, avukatların dosyalarına bakarak, duruşmalara girerek gördüğümüz davalar sonrasında şöyle bir hal almaya başladı. Bir sürü gazeteden bir sürü gazeteci, sadece biz değil, aileler tarafından aranmaya başlandı. Çoğunlukla hayatta bir tane eyleme katılmamış, sokakla muhalefetle ilgisi olmayan aileler. O ailelerin anlattığı hikayelerin tamamında ortaklaşan yönler vardı.
Kitabın doğuş hikayesi Türkiye’nin içinden geçtiği dönemle ilgili. Dosyaları ve hikayeleri tarihsel olarak anlatmak zorunda hissettik; çünkü aslında öğrenciler, yöntemler değişse de hemen her dönemde söz söyleme inatlarını sürdürüyorlardı ve buna karşılık olarak da her dönemde farklı yöntemle baskı ile karşılaşıyorlardı.
Bu öğrencileri bu şekilde hedef alanlar ne düşünüyor diye anlatmak zorunda hissettiğimiz için devlet ne düşünüyor bölümünde, eski DGM savcıları, emniyet müdürleri ile görüşmeler yaparak kitaba koyma zorunluluğu hissettik.
Devlete karşı öğrencilerin ne düşündüğünü de 1970’den bu yana bir şekilde öğrenci hareketinin içinde, sembolleşmiş davalarda yer alan isimlerle konuşarak yapmaya çalıştık. Polisin kendi iç algısını anlatabilmek için bugüne kadar açığa çıkmamış çevik kuvvet raporunu kitaba koyduk.
KG: Bütün bir öğrenci karşıtı hareketin, öğrenci muhalefetine yönelik baskı uygulayanların temel felsefelerini ortaya koyması bakımından önemli bir çalışma olduğunu düşünüyorum.
Tam da bu dönemde AKP’nin oluşturmaya çalıştığı kuşağı arzulayan bir konuşmadan alıntı olan “Bu Öğrencilere Bu İşi mi Öğrettiler?” ismi ile biz öğrencilerin başka şeyler öğrendiğini anlatmaya çalıştık.
GT: Osmanlı’dan bu yana aslında öğrenci hareketlerini iktidarlar için kullanmaya çalışanlar, yönlendirmeye çalışanlar ve baskılamaya çalışanlar oldu. Ama bunlara karşı, saf bir söz söylemeye odaklı, sokaktan siyaset üretmeye odaklı, haklarını bu şekilde duyurmaya odaklı bir öğrenci hareketi her dönem kendini göstermiştir.
Bu son dönemde bizim net gördüğümüz, Cumhuriyet tarihinde askerlerle öğrencilerin ilişkilendirildiği dönemler de var, hatta ordunun içindeki bazı cuntaların öğrenci hareketleriyle birlikte hareket ettiği dönemler de var. 27 Mayıs öncesi öğrencilerin askerle iç içe geçmesi ve başka bir şekilde kendini gösteren öğrenci hareketleri de var.
Bütün bunları yadsıyamayız, bunlar var. Ama bunların dışında gelişen, toplumu yönlendirme iddiası olan, bir mesaj taşıyan öğrenci hareketleri de var.
Son dönemde farklı olarak öğrencilerin sürekli terörle ilişkilendirildiği bir operasyonlar dönemi geliştiriliyor ve bunun alt metninde bunları zaten askerin kullandığı, doğal olarak bu hareketler barışçıl bile olsa aslında bir art niyetle yapıldığı gibi bir algı oluşturulmaya çalışılıyor.
Bu dönemin en belirgin özelliği diğerlerinden farklı olarak, işkence, yargısız infaz, faili meçhul gibi yöntemler kullanılmayarak, tutuklama, gözaltı ve terörle ilişkilendirme yöntemlerinin uygulanması ve bunun çok sistematik bir biçimde yapılması… Bu şekilde öğrenci hareketinin sindirilmeye çalışılması.
KG: İstisna hali kuramı düşman ceza hukuku kuramı ile birlikte ele alınırsa bugün okumasını daha iyi yapabiliriz. İstisna hali denilen şey, temel hak ve hürriyetlere ilişkin bütün vatandaşlara tanınan hakların dışına çıkılması, olağanüstü hallerde, olağanüstü dönemlerde bunun dışına çıkılarak hak ve özgürlüklerin sınırsızca ihlal edilmesi anlamına geliyor.
Türkiye’de istisna hali aslında istisna hali olmaktan çıkıp genel bir uygulama halindedir. Temel hak ve hürriyetlere ilişkin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler, anayasa, yasalar… Bütün bunlar aslında doğrudan uygulama alanı bulmuyor. Çoğunlukla bunlar ya uygulanmıyor ya da önemli ölçüde içi boşaltılarak uygulanıyor.
Bütün vatandaşların esasen muhatap oldukları şey Türkiye’de olağanüstü dönemlerin olağanlaşmış halidir. Ve sürekli olarak bir olağanüstü hal yaşarız aslında. Dolayısıyla istisna hali dediğimiz şey Türkiye’de bir kural halinde yaşanır.
İstisna hali, devletin işlettiği egemenin karar verdiği bir haldir. Neyin istisna olacağına karar vermek zaten egemen olmanın ölçütüdür, dolayısıyla egemen buna karar verince bunu yargı eliyle de uygular, kolluk eliyle de uygular, her yöntemle uygular. Türkiye’de yargı bağımsızlığı tartışmaları içi boş bir paradigma.
Bir dönem egemenler arasındaki çatışma nedeniyle, Türkiye’de 2007, 2008’lere kadar yargı ayrıksı bir çizgi izlemekle birlikte, düşman ceza hukukunun muhatabı olan düşman belirlenenlere, düşman olanlara ilişkin aslında o egemen kriter arasında da bir oydaşma vardı, o oydaşmada da öğrenci hareketi hedefti.
Her iki egemenlik açısından da öğrenciler düşmandı dolayısıyla düşman ceza hukukuna tabiydiler. Ama 2008’den sonra bambaşka bir hukuk sistemiyle üzerlerine gidildi.
GT: Adı demokratikleşme olan paketler çıkartıldıkça alt metin olarak biz biliyoruz ki demokratik olmayan bir mevzuat ve demokratik olmayan uygulamalar var.
Çıkartılan demokratikleşme paketlerinin her birinde terörle mücadele yasaları, sonra tekrar bu terörle mücadele yasalarının “terör tırmanıyor” şeklinde yeniden güncellenmesi ve sonra tekrar normalleştirilmesi gibi süreçler anlatılıyor. Biz kitapta o dönemleri, o düzenlemeleri de anlatmaya çalıştık.
Ve biz son birkaç pakettir şunu tartışıyoruz: Türk Ceza Kanunu’nun örgüt suçlarıyla ilgili 220. Maddesi, Türk Ceza Kanunu’nun silahlı örgütle ilgili 314. Maddesi, Terörle Mücadele Kanunu’ndaki terör örgütü olmayanları da terör örgütü sayan düzenlemeler...
Buradan da son demokratikleşme paketinin arızalı düzenlemelerin hiçbirine değinmediğini görüyoruz. Önceki üçüncü ve dördüncü paketlerde bu düzenlemelere değinildi ama bu sefer de uygulamada bunun bir karşılığı olmadığını gördük. Uygulamada karşılığının olmaması da özellikle öğrencilerin üzerinde kimseyi rahatsız etmediğini görüyoruz. Çünkü öğrenciler sadece bu dönemle sınırlı değil, her dönem ayrı bir hukuka tabi, onlar için daha farklı yöntemler her zaman uygulanılabilir. Gözaltı aşamasında, yargı aşamasında, cezaevi aşamasında...
“Bunları yapmazsak zaten anarşi hortlar“ söylemi üzerinden Türkiye’de sistematik olarak değişmeyen bir devlet aklı ve devlet dili var zaten. Bu demokratikleşme paketinin de dokunmadığı bu alanlarda bu öğrenci operasyonlarının bir benzerinin, özellikle Gezi Parkı olaylarından sonra üniversitelerden de bu kadar çekindiklerini düşünürsek, iktidarın süreceğini öngörmek çok yanlış değil.
Hali hazırda biz kitabı yazarken başladığımız noktadaki öğrenci operasyonlarında tutuklananlar tahliye olmuş, yenileri tutuklanmış ve kitap basılırken yeni operasyonlar yapılmıştı. Sistematik olarak aynı anlayışla bu operasyonlar sürdürülüyor.
KG: Hükümet burada açık bir tercih yaptı, adına "Demokratikleşme paketi” dedi. Türkiye’deki en önemli demokrasi sorunu Terörle Mücadele Kanunu ve özel yetkili mahkemeler; bu sadece genel bir insan hakları ve demokrasi sorunu olmanın ötesinde Kürt sorunu bağlamında hazırlanan paketi de doğrudan ilgilendiriyordu.
Kürt tarafı da en önemli talep olarak Türk Ceza Kanunu’nun 314. maddesindeki örgüt üyeliği suçundaki cezanın değişmesi ve Terörle Mücadele Kanunu’nun kaldırılmasını istiyordu. Bu iki düzenleme de sürekli “terörist” üreten bir düzenleme ve düşman ceza hukuku dediğimiz hukuksal pratiğin de en önemli dayanağını oluşturuyor. Geçen günlerde Adalet Bakanlığı’nın verilerine göre, son dört yılda Türkiye’de bin kişiden birinin terörist diye soruşturulduğunu ve 32 bin kişinin de terörist diye mahkum olduğunu görüyoruz. Bu kadar teröristin bir ülkede olması düşünülemeyeceğine göre toplumsal muhalefetin birleşenlerine yönelik bir saldırı var ve o saldırı onları terör suçlusu olarak gösterilerek sürdürülüyor. Bu da çok etkili oluyor tabii.
Hem bastırılmasında hem de toplumsal muhalefet kanallarının açılmasının önlenmesinde etkisini gösteriyor. Demokratikleşme paketi, kısmi birtakım itiraz edilmeyecek düzenlemeler içeren ama esas olarak hükümetin kendi seçmen tabanına yönelik, seçimler öncesinde verdiği bir mesaj. Dolayısıyla bu anlayış hükümeti var eden temel anlayışlardan biri, önümüzdeki dönemlerde de devam edecek.
GT: Biz bu mesleğe başladığımızda terminolojik olarak bu kadar sınıflandırılan, şu hak haberciliğidir, şu barış gazeteciliğidir gibi bir algı yoktu.
Biz biraz kendiliğinden buralara yöneldik. Ana akımda buraya özel alanlar açılmamışken, ki hala da açılmış değil, toplumda ötekileştirilmiş kişilerin haklarına odaklandığımızda sorunların ne kadar yoğun olduğunu görebildik.
Gelişen süreçte belki hak haberciliğini ben kendi açımdan şöyle yorumluyorum: Bütün bir sistemin çok mikro olaylarda, çok basit olaylarda bile kendini ele verdiği bir noktada insanların yaşamlarına dokunmak bana göre yaptığımız iş.
Yani, o mağduriyeti o adamın tek başına gösterebilme ve duyurma şansı yokken biz yaşanılanı görünür kılmaya ve bunun bütün bir ülkede aynı şekilde sistematik olarak uygulandığını aktarmaya çalışıyoruz. Birilerinin hakkının ihlal edildiğini birileri adına söylemeye çalışıyoruz. Ses vermek bulunduğumuz mecradan daha kolay olduğu için. Benim anlayışıma göre gazeteci ezilenden, mağdurdan yana olmalı. Ben ikiye ayırıyorum gazeteciliği, birincisi bildirim haberciliği yapan, bir de yapılmayanları, edilmeyenleri, birisine yapılanları anlatan, haberciliği ile bir şeyleri düzeltmenin, dokunabilmenin yolunun arayan gazetecilik.
KG: Hak haberciliği dediğimiz şey, gazetecilikte bir anlayışı ifade ediyor ve bence bu gazeteciliğin kendisidir. Ayrı bir kategori olarak ele almak ne kadar doğru bilmiyorum. Hak haberciliği gazeteciliğin temelidir çünkü.
Geri bulunan teorilere göre bile basın dördüncü güçtür ve kamu adına bir denetleme görevi görür. Bu denetlemeyi yaparken devlet organlarını denetlerken, kamunun toplumun çıkarlarını savunur. Hem toplumun çıkarlarını savunmak hem de bireylerin çıkarlarını savunmak demek onların ihlal eden haklarını savunmak demek.
Bu gazetecilik anlayışı tabii Türkiye’de çok uzun yıllardır hatırlanmadığı için ve giderek de durum kötüye gittiği için hak haberciliği daha ayrıcalıklı bir habercilik türü ve sanki bazı gazetecilere mahsus bir alan gibi algılanmaya başlandı. Gazetecinin en temel işlevi zaten, toplum adına bir bilgilendirme ve bu bilgilendirmeyi yaparken de aynı zamanda bir denetleme işlevi görmektir.
Dolayısıyla bunun ayrı bir gazetecilik yöntemi olmasından ziyade gazeteciliğin kendisi olduğunu düşünüyorum. Bunu yapanların sayısının az olması, bunun bir bedel gerektirmesi Türkiye’de basının bugünkü vahim durumuyla ilgili. (ASE/YY)
* Gökçer TAHİNCİOĞLU: Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Radyo Televizyon Anabilim Dalı’nda, “Askeri Darbeler Öncesi ve Sonrası Medya Özgürlüğü” konulu teziyle yüksek lisans eğitimini tamamladı. 1997’de çalışmaya başladığı Milliyet Gazetesi’nde halen haber müdürü olarak görev yapıyor.
* Kemal GÖKTAŞ: Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. Radikal ve Sabah gazetelerinden sonra halen Vatan Gazetesi’nde yargı muhabirliği yapıyor. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Gazetecilik Bölümü’nde yaptığı yüksek lisans tezini de kapsayan Hrant Dink Cinayeti – Medya, Yargı, Devlet kitabı 2009’da yayımlandı. Halen aynı bölümde doktora çalışmasını sürdürürken, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde konuk öğretim üyesi olarak Yargı Muhabirliği ve Araştırmacı Gazetecilik dersleri veriyor.